28 Ekim 2007 Pazar

Transylvania






6 Eylül 2007 Perşembe

11 Ağustos 2007 Cumartesi

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Balance

5 Ağustos 2007 Pazar

19 Temmuz 2007 Perşembe

The Wind

16 Temmuz 2007 Pazartesi

Balkon - Felicitas Hoppe

BALKON

Ne biçim bir aile bu, diye bağırdı apartman yöneticisi ve benim kuyrukta olduğumu fark edince, alışkın olduğu üzere, sanki sadece bir sigara yakmaya çalışıyormuş ve kafam kibriti çaktığı yerdeymiş gibi yaparak kafama vurdu. Ben kafamı omuzlarımın arasına iyice gömdüm, biz gayet normal bir aileyiz ve benim burada olmamın açıklaması, her sabah annem tarafından, astarına büyük bir çengelli iğneyle minik cüzdanın tutturulduğu çok bol bir pantolona sokulacak kadar küçük ve zayıf olmamdır. Beni bir kazağa dolarlar ve omuzlarıma beni tüm gün ayakta tutsun diye bir örtü atarlar. İki ablam bana kayıp ağabeyimin lastik botlarını giydirir ve beni kapıdan dışarı iteklemeden önce yanaklarıma baştan savma öpücükler kondururlar, biri sağ yanağıma, diğeri sol yanağıma, çünkü bizim ailede katı kurallar geçerlidir.

Dışarıda önümden süzülüp geçen bir nehir sandalına bakakalıyor ve onu dostça selamlıyorum.Bira ve şnaps arasında pencere pervazına tünemiş olan babam bu ufak eğlencem sırasında beni yakalayınca temiz bir dayak atıyor, oysa daha demin de anneme temiz bir dayak atmıştı, gerçi bu anlaşılır bir durum, çünkü annem gezgin satıcılardan çeşit çeşit ıvır zıvır alarak ailemizi mahvetmiştir. Evimiz, içleri her türden ve her boydan lastik ipler, düğmeler, mandallar ve bağcıklarla dolup taşan ve Tanrı bilir ya kimsenin işine yaramayan kutu ve sandıklardan geçilmez. Babam idari görevlerini yürütürken, arka odada ablalarım misafirlere hizmet ederler, kibar, yaşlıca beylerdir bunlar, genelde olayı fazla büyütmedenişlerini hallederler.
Bizi kurtaran tek şey, yandaki evde oturan ve temiz hava manyaklarına hafta sonları birkaç saatliğine kiraladığı bir balkonun şanslı sahibi olan teyzemdir; bu insanların en sevdiği şey sabahları kırmızı ipekten bornozlarına sarınıp balkona çıkmak ve otuz iki dişini birden gösterip şöyle haykırmaktır: GÜNAYDIN EY GÜZEL GÜN, BANA NELER GETİRİYORSUN BUGÜN? Arada sırada bir tanesi aşağı düştüğünde, teyzemin balkonunun altına derhal büyük bir kalabalık üşüşür ve artık pek de genç olmayan teyzem merdivenlerden aşağı zıplar, elinde minik bir teneke kutu, düşenler için para toplar. Sonra da annemin lastik iplerinin yardımıyla düşmüşleri kullanışlı birer paket haline getirir ki rahatça götürülebilsinler. Akrabaları filan gelirse hep beraber ortaya çıkar, ortamı dokunaklı kılmak için bir şarkı tuttururuz. Babam içki dağıtıp bahşişleri toplar.

Ne biçim bir aile bu, diye bağırdı apartman yöneticisi ve dördüncü kez kafama vurmuştu ki, ben fırsattan istifade, sırada önümde duran ve çişini yapmak için pantolonunu açmış olan adamın bacaklarının arasından ileriye süzülüverdim. Hiçbir şeyden haberim olmadığını falan mı sanıyosun diye bağırdı apartman yöneticisi, ellerini kollarını öyle hızlı sallıyordu ki nerdeyse kıçının üstüne oturacaktı. Arkasında duran adam onu son anda yakalayınca apartman yöneticisi ona döndü ve bazı ayrıntıları anlatmaya başladı. İnsan soğukta hareketsiz beklerken yeni haberler duymaktan hoşlanır.

Kuyrukta azar azar ilerlemeye çalıştım, çünkü babam her sabah ağabeyimin geri döneceğini ve benim yerime sıraya gireceğini iddia etse de, buna bel bağlamayacağımı biliyorum. Kendi başıma ilerlemeyi tercih ederim.Geç kalmış olduğumdan durum pek iyi görünmüyordu, aşağıda göz alabildiğince çizmeler, yukarıda şapkalar. Önümde duran üç adam alışverişe çıkanların uzun bekleme süreleri yüzünden yanlarında taşıdıkları şu küçük masalardan birinde oturuyorlardı. Masanın etrafına açılır kapanır ufak tabureler yerleştirmişer, kendilerini kağıt oyununa vermişlerdi. Bizim mahallede pek rastlanmayacak büyüklükte, müsrüfçe hazırlanmış sosisli sandviçler yiyorlardı. Dilimlerin arasındaki yağlı sosisler göründükçe ağzımın suyu akıyordu. Bana en yakın oturan oyuncunun kulağına tüyolar fısıldayarak kendimi sevdirmeye çalıştım. Gerçekten de, adam birdenbire sürekli kazanmaya başladı, dostça kafama vuruyor, yanaklarımı çimdikliyor, sevinçten kulaklarımı çekiştiriyor, bana altın böcekçik ve uğur yıldızı diyordu ama beni kazancına ortak etmeye bir türlü yanaşmadığından, sonunda lokmayı köpek gibi elinden kapmaya çalıştım.

Çok geçmeden diğerleri durumu anlayıp ayağa fırladılar ve bağırmaya başladılar, asalım bu küçük şeytanı, diye kükredi bi tanesi, yok yok, onu örtüsünde boğalım, diye haykırdı ötekisi. Ben yıldırım hızıyla masanın altına süzüldüm ve üçünün birbirlerinin boğazını sıkmasını seyrederek çok eğlendim. Sırada bir hareket oldu. Herkes fırsat bu fırsat diye, kayıplara aldırmadan olanca gücüyle birbirini yumruklamaya başladı. Kasketler kulakların üstüne ve alınlara sıkı sıkıya yerleştiriliyor, yumruklar sıkılıyor, bazıları da palto ceplerinden birbirlerine geçirmek için ekmek, balık ya da et bıçakları çıkarıyorlardı. Ben hala masanın altında oturuyordum, çünkü pantolon askılarım açılma kapanma mekanizmalarına takılmıştı. Yanımda tepinen ayakları, zaman zaman da bir insanın yere çakılmış suratını görüyordum. Ablalarımı sevindireceğini düşündüğümden yerden birkaç tane diş topladım. Bayağı ısınmıştım, çünkü etrafım kaynıyor, buharlar çıkıyordu. İnsanlar alelacele önlerindeki, arkalarındaki ve yanlarındakilerin sırt çantalarına el atıyor ve ne bulurlarsa çantalarına ve ağızlarına tıkıyorlardı.

Birdenbire apartman yöneticisinin yüzünü burnumun dibinde görüverdim. İşte burdaymış, diye ciyakladı ve gözleri sevinçle parladı, dur bakalım ufaklık, şimdi senden aşağı sarkan neyin varsa keseceğiz! Fakat beni bir türlü yakalayamıyordu, çünkü pantolon askılarımdan asılı olduğum masanın bacakları arasında oradan oraya sallanıp duruyordum. Parmağımı dudaklarıma götürdüm, esrarengiz bir hava takınmaya çalışarak ona susmasını işaret ettim. Bir tereddütten sonra kahkahalarla gülmeye başladı, beni hangi rüşvetle, dedi soluk soluğa ve nerdeyse gülmekten boğuluyordu, beni hangi rüşvetle kandıracaksın?


Fakat apartman yöneticisi iyi bir insandır ve sadece rüşvet alan insanlar iyidir. Böylece sonunda kulağını masanın altına dayadı. Törensel bir ifadeyle onu teyzemin balkonuna çıkarmaya söz verdim. Ben kendi payıma teyzemin evinde hiç bulunmamıştım. Birincisi bizim ailede prensip olarak bornoz giyilmez. İkincisi zaten bütün günümü açık havada geçirmek zorundayım, dolayısıyla teyzemin balkonuna adım atmadım. Sıfır kuruş, dedim ve apartman yöneticisinin gözlerinin parlamaya başladığını gördüm, balkon da senin, teyze de ve daha başka ne varsa.


Apartman yöneticisini teyzemin evine bir Pazar sabahı götürdüm. Saçları bigudili, üstünde mavi ve sarı yıldızlarla süslü bir sabahlık uçuşan teyzemi gören apartman yöneticisinin gözleri sulandı ve teyzemi hiç vakit kaybetmeden iyice ısıtmak için soğuk sobanın yanındaki kanepeye fırlattı. Teyzemin AMA OLMAZ Kİ diye bağırdığını duydum, kırmızı bornozu giydim, balkon kapısını açtım, dışarı çıktım, orada gerindim durdum ve otuz iki dişimi birden gösterip şöyle haykırdım: GÜNAYDIN EY GÜZEL GÜN, BANA NELER GETİRİYORSUN BUGÜN?
Parmaklıklardan aşağı sarktığımda aşağıya şimdiden büyükçe bir insan kalabalığının üşüşmüş olduğunu gördüm. Annem bana anlaşılmaz işaretler yapıyor, elinde, herhalde yeni almış olduğu bir deste pantolon askısını sallıyordu, arkasında duran babam da onu sertçe saçlarından çekiştirmekteydi. Heyecanlı el kol hareketleriyle bana balkonu hemen terketmem gerektiğini anlatmaya çalışan ağabeyimi fark ettim. Durmadan dudaklarını kıpırdatan ve bana öpücükler yollayan ablalarımı gördüm. Ben de öpücükler yollamaya başladım, Söylediklerini duyabilmek için iyice parmaklıklardan sarktım ve aşağıya düştüm.


Kısa bir uçuştu. Aşağıda toplananlara fazla zarar vermeyecek şekilde kaldırıma indim. Teyzem darmadağınık saçlar ve kolunun altında lastik iplerle merdivenlerden inerek beni çabucak paketledi. Babam içki şişesini almaya gitti, annembir süre ümitsizlikle ellerini oğuşturdu. Beni sandığa yerleştirdiklerinde şarkı söylemeye başladılar ve ben ağabeyimin uzun süre aramızda bulunmamış olmasına rağmen şarkıyı unutmamış olduğunu şaşkınlıkla fark ettim.

Berberlerin Pikniği'nden

Almanca'dan çeviren: Vanina Kutelas

9 Temmuz 2007 Pazartesi

Krajinka - Martin Sulik


35mm / 110' 00" / Renkli
2000 / Slovak Cumhuriyeti
Yönetmen: Martin Sulik
Senaryo: Dusan Dusek, Martin Sulik
Kurgu: Dusan Milko
Görüntü: Martin Strba
Müzik: Vladimir Godar
Oyuncular: Marian Labuda, Eva Vecerova, Vilma Cibulkova, Csongor Kassaa, Jiri Pecha, Vera Galatıkova
Yapım: In Film Praha, Ceska Televize, Slovenska Televize, Charlie's, Titanic
Dağıtım: Charlie's Ltd. Spitalska 4, Bratislava 81101 Slovak Republic, Tel:+42 02 5296 3396, Fax:+ 42 02 5292 3678
Ödüller: Karel Zeman Ödülü; Don Kişot Ödülü Pılsen; Altın Yunus Troia


Ülke'nin nerede geçtiği dolayısıyla hangi ulusu anlattığı belli değildir fakat olaylar coğrafik olarak doğu Avrupa'da geçer ve insancıllığı evrenseldir. Kırsal bölge ve kasaba yaşamı üzerine bir dizi öyküde, aralara eklenen siyah beyaz haber filmleri izleyicileri olayların geçtiği zaman ve tarih dilimi konusunda aydınlatmaktadır.

Filmin sonuna doğru, bir kamyonet hoparlöründen, yahudilerın tahliyesine ilişkin detaylı talimatlar vererek, kentin boş sokaklarında dolaşır. Senaryonun yazılmasına da katılan Yönetmen Martin Sulik çok az görüntü kullanarak bir dönemin dehşetini aktarır. Daha sonraki siyah-beyaz bir bölüm, Komünistlerin anti-Vatikan propagandası üzerine yoğunlaşır. Bu bölümler aracılığı ile yirminci yüzyılın ortasındaki bir zaman dilimi anlatılır. Yönetmen Sulik, Avrupa tarihinin büyük karmaşası ile sıradan insanların günlük yaşamları arasında gidip gelirken, insanları ön plana çıkararak bir bölgenin portresini çizer. Öyküler sıcak, altın rengi tonlarda çekilmiştir. Fakat yönetmen duygusallık ve romantizmle ilgilenmez.

Farklı bölümlerden oluşan bu öykülerin iyi anlaşilabilmesi için, karakterlerin çok iyi kullanılması gereklidir. Yönetmen kalabalık oyuncu kadrosundan çok iyi canlandırılmış karakterler çıkarmayı başarmıştır. Hatta fantastik konulara daldığında bile, gizli hümanizmin gücü öykülere canlılık katar. Yalnızlık sürekli tekrarlanan bir temadır ve biçem trajedi ile komedi arasında gidip gelir. Sulik öykülerinin dokusal zenginliğini arttırmak için belirsizlikler bırakır. Tarih akıp giderken ve insanlar azalırken ülke değişmeksizin yerinde durmaktadır.


Kaynak:http://www.europeanfilmfestival.com/TR/film.aspx?F6E10F8892433CFFA79D6F5E6C1B43FF21FA2C3B494F7184

5 Temmuz 2007 Perşembe

Gotye - Heart's A Mess


Gotye
Uploaded by firat

3 Temmuz 2007 Salı

1 Temmuz 2007 Pazar

29 Haziran 2007 Cuma

duvar

27 Haziran 2007 Çarşamba

23 Haziran 2007 Cumartesi

...


21 Haziran 2007 Perşembe

otobüste

9 Haziran 2007 Cumartesi

metro


8 Haziran 2007 Cuma

Kanarya Mobilyaları - Felisberto Hernandez

Mobilya tanıtımları beni hazırlıksız yakalamıştı.Bir aylığına yakınlarda bir yerde tatile gitmiştim ve şehirde ne olup bittiğinden haberdar olmak istememiştim.Geri döndüğümde hava çok sıcaktı ve aynı günün gecesi sahile gittim.Odama oldukça erken döndüm, çünkü tramvayda olanlar yüzünden keyifsizdim.Sahile gitmek için tramvaya binmiş , koridor tarafına oturmuştum.Hava hala çok sıcak olduğu için heybemi bacaklarımın arasına alıp kollarımı havaya kaldırmıştım , gömleğim kısa kolluydu.
Koridordan geçenlerden biri bana, "İzninizle, lütfen," dedi.Çabuklukla, "Buyurun," diye yanıtladım.
Olanı biteni anlamamıştım, tek bildiğim korktuğumdu.O an birçok şey oldu.İlki, adam benden izin istemeyi henüz bitirmeden olup bitmişti ve onu yanıtladığım sırada o çoktan, sonradan nedense tükürük olduğunu düşündüğüm , soğuk bir şeyle çıplak kolumu ovuyordu.Ben "Buyurun," demeyi bitirdiğimde, kolumda bir acı hissettim ve üstü kocaman harflerle kaplı bir şırınga gördüm.
Aynı anda şişmanca bir kadın öteki taraftan geldi,"Sonra da bana," dedi.
Kolumla sert bir hareket yapmış olmalıyım ki eli şırıngalı adam, "Ah, boşa gidecek...az kaldı..."dedi.
Aceleyle, yüzümün halini gören öteki yolcuların gülüşleri arasında şırıngayı çıkardı.Ardından şişmanca kadının kolunu ovmaya başladı, kadın yaptıklarına büyük bir hoşnutlukla bakıyordu.Altından bastırıp kocaman şırıngadan az miktarda sıvı fışkırttı.O arada ben de şırınga boyunca sarı harflı yazıyı okudum:Kanarya Mobilyaları.Ne tanıttığını sormaya utandım ve ertesi gün gazeteleri okumaya karar verdim.Tramvaydan inmeden az önce, "Aşı olamaz, satmak için tanıtıyorsa görünür sonuçları olmalı ," diye düşündüm.Aslında bir şeyi tanıtıp tanıtmadığından da emin değildim; ama çok yorgundum.bunu dert edinmemeye karar verdim.Her halükarda herkesin içinde uyuşturucu şırınga edilmesine izin vermezlerdi.Yatmadan önce , belki de keyif ya da rahatlık yaratan bir madde olduğunu düşünüyordum.
İçimde bir papağan şarkısı duyduğumda henüz uykuya dalmamıştım.Ne herhangi bir şeyi anımsama ne de dışardan gelen sesleri ayrımsama yeteneğim vardı.Yeni bir hastalık gibi, olağan dışı bir şeydi, ama aynı zamanda renklerin müstehzi bir karışımı gibiydi de; hastalık, sanki her an şarkı söylemeye başlayacakmış gibi, insanı kendinden hoşnut ve neşeli hissettiriyordu.
Tüm bu hisler hızla geçti ve ardından daha somut bir şey geldi:Kafamın içinde bir ses yankılandı:"Merhaba, merhaba;Kanarya yayında...merhaba , merhaba, özel dinleti.Bu yayına duyarlı kişiler..."
Tüm bu sesleri, yataktan kalktığım yerde, henüz ışığı yakalamadan duydum; kendi etrafımda döndüm, sonra olduğum yerde durdum; bu seslerin kafamın içinden çıkması bana imkansız geliyordu.Tekrar kendimi yatağa bıraktım, sonunda beklemeye karar verdim.Biraz sonra Kanarya Mobilyaları'nın taksitli satışları hakkında bilgi verildi. Ve ardından, "Şimdi de sırada tango var,"duyurusu yapıldı.
Umutsuzca kalın yorganımın altına girdim, içimden gelen sesleri böyle daha açık seçik duymaya başladım, yorgan dışarının seslerini engelliyordu.Yorganı üstümden attım, odanın içinde dolaşmaya başladım; bu, kafamı biraz oyalıyordu,ama sanki duyma konusunda gizli bir inatçılığım vardı ve bu kabalığımdan şikayetçiydi.Tekrar yattım ve yatağın demirlerini tuttuğum anda tangoyu daha açık seçik duymaya başladım.
Kısa süre sonra kendimi sokakta buldum.Kafamda duyduğum sesleri duyan başka insanlar arıyordum. Gazete almayı , radyonun adresini öğrenmeyi ve şırınganın etkilerini yok etmek için ne yapılması gerektiğini sormayı düşündüm.O an bir tramvay geldi, bindim.Bir süre sonra yolların bozuk olduğu bir yerden geçtik ve gürültü çaldıkları yeni tango parçasını bastırdı; yine de aceleyle tramvayın içine baktım ve elinde şırınga başka bir adam gördüm; küçük bir çocuğa şırınga yapıyordu ve bazı çocuklar da çevresindeki koltuklara oturmuştu. Yanına gittim ve bir saat önce yapılmış şırınganın etkilerini yok etmek içinne yapılması gerektiğini sordum.
Şaşkınlıkla yüzüme baktı, "Yayını beğenmediniz mi?" dedi."Kesinlikle," diye yanıt verdim.
"Bir iki dakika bekleyin, birazdan maceralarla dolu bir roman başlayacak," dedi."Korkunç," diye yanıt verdim.
Adam şırınga yapmaya devam etti, başının gidip gelmesinden bir yandan da güldüğünü anlıyordum.Artık tango sesi gelmiyordu. Yine mobilyalardan söz ediyorlardı. Sonunda, şırıngalı adam, "Beyefendi, tüm gazetelerde Kanarya pastilleri ile ilgili bir haber çıktı.Eğer yayından hoşlanmadıysanız kısa sürede o pastillerden alın," dedi.
"Ama şu an tüm eczaneler kapalı ve ben delirmek üzereyim!"
O an ilanı duydum:
"Ve şimdi de özel olarak Kanarya Mobilyaları için yazılmış, 'Benim Sevgili Koltuğum' adlı şirri yayınlıyoruz."
Şırıngalı adam bana gizlice bir şey söylemek için kulağıma eğildi ve, "Bu durumunuzu başka bir yolla düzelteceğim.Size sadece bir peso'ya patlar, çünkü namuslu birine benziyorsunuz," dedi. "Eğer benden öğrendiğinizi söylerseniz işimi kaybederim, şirket pastil satışını destekliyor."
Bana sırrını söylemesi için onu sıkıştırdım. O zaman elini açtı ve , "Önce param," dedi.İstediğini aldıktan sonra dedi ki:"Sıcak suyla ayaklarınızı yıkayın bayım."

Notos Öykü - Haziran/Temmuz 2007